Subscribe Twitter Facebook
anne saçımı çok gerdin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
anne saçımı çok gerdin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Haziran 2011 Çarşamba

ben bir rüya görmüştüm 3

arkadaşlarımla üniversite kantinindeyiz. birden bir patlama duyuluyor. herkes yere yatıyor. kafayı kaldırdığımızda kantinin ortasında dev bir uzaylı robot dikildiğini görüyoruz. bize kendi acayip dilinde bir şeyler söylüyor. bizden ses çıkmayınca hareketlenecek gibi oluyor. yanımdaki arkadaşım "bir dakika, konuşuyor" deyip robota "hello" diye karşılık veriyor. robot birden duruyor ve bize kendi dilinde cevap veriyor. bunun sebebi sistemindeki bir programın yabancı dilleri kendi diline çevirip beynine iletmesi. bizim söylediğimiz "hello" kelimesi onun beynine kendi dilinde iletildiği için bizim başka bir dilde konuştuğumuzu anlamıyor ve bize kendi dilinde konuşmaya devam ediyor. biz tabii bir şey anlamıyoruz. anlamadığımızı farketmeyen robot artık tahammül edemiyor, sinirleniyor ve saldırıya geçiyor. kantin ceset ve kan doluyor. ben kaçmayı başarıyorum.

bu dehşet gününden bir süre sonrasında okulda olduğumu görüyorum. fakat bu sefer liseli olmuşum. arkadaşlarımın hepsini ayrı ayrı sınıfa yerleştiriyorlar. yerleşimler öğrencilerin ilgi alanları ve yeteneklerine göre belirleniyor. sınıflarda üniversite hocaları ders veriyor. istilacı robotlar yönetimi ele geçirdikten sonra eğitim sistemimizi beğenmedikleri için kökten değişikliğe gitmişler. benim sınıfım yok. benim dışımda kimse ingilizce gramer sevmediği için sınıfsız kaldığımı söylüyor öğretmen.

bir kaç gün sonra sokakta dolaşıyorum. sokaklar her zamanki gibi kalabalık değil. insanlar huzursuz, mutsuz. ağır bir hava var. işgal altında olduğumuzdan her an silah sesleri duyulabiliyor. endişeyle bir yerden bir yere gitmeye çalışırken kamyon kamyon asker taşındığını görüyorum. oradan geçen birine askerleri soruyorum. "paralı askerler" diyor adam. "robotlar parayla asker tutuyorlar." içimden şöyle geçiriyorum: "para için kendi insanına kıymaya değer mi? bu huzursuzluğa değer mi?"

rüyadan çıkarılacak dersler:
1) uzaylı ingilizce bilmek zorunda değildir.
2) iletişim eksiklikleri çok büyük sorunlar doğurabilir.
3) eğitim sisteminde sorun var galiba.
4) bu dünya senin olmaz, ettiğin sana kalmaz, söylemiştim sevgilim, parayla saadet olmaz.

25 Mayıs 2010 Salı

ben bir rüya görmüştüm 2

yer yeşil, gök mavi... karşıdan önce bir duman yükseliyor. sonra bu duman korkunç bir dinazor şeklini alıyor, meydanda birikmiş insanlara doğru koşmaya başlıyor. insanların bir kısmı geriye doğru kaçıyor. bir kısmıysa ileriye, dinazora doğru bağırarak koşuyor. duman dinazor ve ona doğru koşan insanlar çarpıştığında bir patlama oluyor.

etrafı kaplayan sis dağıldığında korkup kaçan insanların öldüğünü görüyoruz. içlerinden bir tanesi bile kurtulmamış. kurtulanların hepsi, dinazora doğru koşan insanlar. onlar da sapasağlam değil. çeşitli mutasyonlara uğramışlar. ben de o sağ kalan insanlardanmışım. henüz ne gibi bir mutasyona maruz kaldığımı çözmüş değilim.

diğer insanlarla birlikte şehre iniyoruz. şehir de mutasyona uğramış. tüm yapılar greko-roman tarzına dönmüş. yunanca "eczane" yazan bir dükkanın önünde duruyoruz. o an farkediyorum ki ben kıvırcık saçlı erkek bir eczacıya dönüşmüşüm. bana birşeyler soruyorlar. onlara dönüp diyorum ki:
-non, je suis une fille.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

ben bir rüya görmüştüm.

gecenin karanlığında geniş bir caddede yürüyorum. vahşi batı filmlerindeki gibi ıssız yolda toza bulanmış çalı topakları uçuşuyor. karanlığı patlayan bombalar bozuyor. her an bir tanesinin tepemde bitmesinden korkarak ilerliyorum. şehre ne olduğundan haberim yok. bir yandan korkudan titrerken, diğer yandan ne olmuş hemşerim buraya der gibi etrafa meraklı gözlerle bakıyorum. o sırada yerden bir oda bitiyor, ben de içinde bitiyorum. odanın içinde iki adam...

- abi, diyorum. ne oluyor burada. savaş mı çıktı?
- hemen google'dan bakalım, diyorlar.

bakıyoruz ki, o da ne! şehri uzaylılar istila etmiş. bu manşeti okumamızla birlikte oda yok oluyor, kafamı yukarı bir kaldırıyorum,devasa bir uzay gemisi tüm gökyüzünü kaplamış. öyle ışıklı, alengirli bir kaportası var ki uss-enterprise'ın 2009 versiyonu bu geminin yanında halt etmiş. bu uzay gemisini görmemle dadaaan diye korku sahnesi ses efekti geldikten sonra ben bıdıbıdı eve koşuyorum.

eve vardığımda komşunun oğlu, korku filmlerinde psikopatik bir bakışla amaçsızca dikelen çocuklar gibi kapıda duruyor. komşunun evine giriyorum. komşu kadın ve kocası zil zurna sarhoş olmuş, sonra da uyuyakalmışlar. çocuk bir annesinin bir babasının başına gidiyor, kıyafetlerini çekiştiriyor, ağlıyor, sızlıyor ama nafile, uyanmıyorlar. çocuğun haline içim cız ediyor. derken, babamı fark ediyorum, bir kenarda uyuyan komşu bayanın mücevher kutusunu açmış, hangi küpenin en güzel olduğuna karar vermeye çalışıyor. sonunda hiçbirini beğenmiyor, bırakıyor. o sırada içeri kardeşim giriyor, babam ve kardeşim saçma bir sebepten tartışmaya başlıyorlar. ben dışarıda bir hareketlenme seziyorum, dışarı çıkıyorum. tartışma sesleri dışında hiçbir ses yok. bu arada babam ve kardeşim komşunun evinden tartışarak çıkıyor.

-susun, diyorum. susun, bir şeyler oluyor.

bomba sesleri kesilmiş. etrafı korkunç bir sessizlik kaplamış. sağ kalan ender insanlardan olduğumuzu farkediyorum. yere yatıyoruz ve korkumuzla yüzleşmeyi bekliyoruz.babam ve kardeşim fısıltıyla tekrar tartışmaya başlıyorlar. bir diğerine “senin yüzünden yakalanacağız” gibisinden bir şeyler söylüyor. bir an her şey duruyor. bahçe kapısına bakıyoruz. tişört giymiş, korkunç suratlı, buruş buruş bir uzaylı elinde not defteri ve kalemiyle kapının önünden geçiyor, bir an kurtulduk, gidiyor diyoruz içimizden…. kiiii, zönk diye bize dönüyor.

7 Nisan 2010 Çarşamba

hayâl


sen ve ben
bir göl kıyısında,
yemyeşil çimlerin üstünde kitap okuyoruz.
ılık ılık rüzgar esiyor.
başın dizlerimde, elim saçlarında...
sonra sen uyuyakalıyorsun.
ben bir süre daha okuyorum.
dizlerim uyuşunca,
kafana bir koyuyorum,
bir de yerden yiyorsun...

3 Nisan 2010 Cumartesi

bizim mahalle aşağıki mahalle

bugün aile köklerimiz hakkında yazmak istiyorum.

benim büyük dedem koreli. soyadları çugulleymiş. kan davasından dolayı kore’den firar etmişler. italya’ya kaçmışlar. dedem orada babanemle tanışmış. babanem güzeller güzeli bir italyan kızıymış. üzüm bağlarında dolaşırlarken birbirlerine vurulmuşlar. babam italya’da doğmuş. dedem ünlü italyan mafya sülalesi cubuccilerle takışınca türkiye’ye kaçmışlar.üzüm bağlarındaki gezinmelerine izmir’de devam etmişler. babam annemi izmir’deki bir üzüm bağında görmüş. hemencecik evlenmişler.

annemin babası çin’de yaşayan singapurlu bir balıkçıymış. ben onu hiç görmedim. bir gün koskocaman bir mersinbalığı tarafından yenilmiş. (ya da yutulmuş. yani balık dedemi çiğnedi mi yoksa çiğnemeden mi yuttu, onu bilmiyorum). ananem bolivyalı esmer bir kızmış. dedemle büyük okyanus açıklarında bir yerlerde tanışmışlar herhalde. ananem dedem ölünce acısını içine gömmüş, yakışıklı bir bahriyeliyle evlenmiş. adam emekli olunca izmir’e yerleşmişler. (adama dede demiyorum, amca diyorum çünkü gerçek dedem değil).

ben laos’lu bir gençle nişanlıyım. biz ailecek laos’u çok seviyoruz. her yaz gidiyoruz. nişanlımın babası aslında liechtenstein göçmeni. laos’ta çok göçmen var. sıcak memleket ya, ondan herhalde. annesi de burkina fasolu. ogadugu’nun bir köyündenmişler. öyle diyor. neyse böyle şeyler işte.

7 Ocak 2010 Perşembe

gözetmenken bazen ben

biliyor musun, 3207 nolu sınıfın tavanında 116 tane boş ve 12 tane lambalı olmak üzere toplam 128 tane kare var. ayrıca sınıfta 35 tane askılık var ve sınıf ikili oturulduğunda 50, tüm sıralara oturulduğunda 90 öğrenci alabiliyor. ne kadar da ilginç...
 
Powered by Blogger widgets